Samimi değil, suçlu değil, geniş değil, büyük ‘Aile’
Merakla beklenen ‘Aile’ dizisi bir süredir ekrana geliyordu. The Sopranos’un bir uyarlaması olduğu söyleniyor; Başrollerinde Kıvanç Tatlıtuğ ve Serenay Sarıkaya’yı izliyoruz, senaryosunu Hakan Bonomo’nun yazdığı ve yönetmen koltuğunda Ahmet Katiksız’ın oturduğu dizi geniş bir oyuncu kadrosunu bir araya getiriyor. Yapımdan şu an birkaç bölüm yayınlanmış olsa da “hızlı bir giriş yaptı” diyebiliriz.
BİR GÜN BİR ASLAN ORMANDA YÜRÜYÜYORKEN
Kısaca dizinin konusunu açıklayalım. Aslan Soykan büyük bir suç imparatorluğunu yönetiyor. Yasal iş kollarında ısrar eden bu karizmatik genç, babasının vakitsiz intihar etmesi nedeniyle kendisini kanlı bir iş yükünün ortasında bulur. Krallık bir yandan paravan işler üzerinden devam ederken, diğer yandan illegal faaliyetlerine devam ediyor. Soykanlar geniş ve sıkıntılı bir ailedir. Her üyenin kaygısı kafasından büyüktür. Aslan’ın kardeşleri de bir tuhaftır. En küçüğü ailenin duruşuna yakışır bir olgunluk göstermezken, diğerleri pek iyi durumda değil. Cihan (Nejat İşler), babasının intihar girişimlerine seyirci kaldığı için aileden dışlanır. Leyla (Canan Ergüder), aldatan kocasının çilesini çekmektedir. Aslan, ailevi sorunlarla uğraşırken bir iş gezisinde Devin (Serenay Sarıkaya) ve işini bozan amcası ile tanışır. Devin de cennet değil! Sorunlu bir aileden kurtuldu. Yaralarını sarmaya ve ilgiye aç kız kardeşinin (Yağmur-Yüsra Geyiği) ilerlemelerini engellemeye çalışır. Bir uçak yolculuğunda yolları kesişen Aslan ve Devin, kısa süre sonra “karşılaşmamalıydı iki deli” benzetmesine doğru sürüklenmeye başlarlar.
ÜÇLÜ SANDALYENİZE UYUN, DİZİNİZE BİR PSİKOLOG ATANDI!
‘Aile’nin ‘Sopranos’la olan ilişkisine geleceğiz ama birincisinin ‘aşikar’ görüşüne odaklanmak gerekiyor. Bu uyarlamayı bir kenara bırakırsak ‘Aile’ bize ne anlatıyor? Aslında dizi günümüz dizilerinin bir özetini sunuyor… Nihaleye bir göz atalım: Geniş ve güçlü aile, silahlı ve şapkalı adamlar ve tabii ki bunlara ilgi duyan zeki hanımlar… Bonus olarak, psikoloji veya pdr diplomalı karakterler!
‘Aile’ tüm bu kriterleri karşılarken günümüzün televizyon anlayışına ters düşmüyor. Ancak ‘Sopranos’, ailenin hata dinamiklerini, ‘çocukluğa inen’ miras kalan kötülükleri inceleyen, daha doğrusu mafya patronunu iktidardan uzaklaştıran mafya dramalarında bir dönüşüme denk geldi. Ailenin ortak anlatıya uyarlanması ve popüler konulara yakınlığı bir nevi fırsatçılık olarak değerlendirilebilir. Dizilerde psikologların yükseldiği, hastalarının hikayelerinden yola çıkarak diziler yazan psikiyatr Gülseren Buğdaycıoğlu’nun fenomen olduğu bir dönemde kısacası yıllar önce yaratılan fark artık sıradan bir artıya dönüştü ve bugün ‘ Aile, yaratıcı ya da çarpıcı eserlerden çok hazır ürünleri tüketir. Hikaye uyarlandı, zamanlama gerçek, tüm anahtar kelimeler hazır. Dahası! Suç yoluyla zenginlik elde etme fırsatı sunan sıradan Adanalılık da var. Geniş pamuk tarlalarıyla ülkenin ilk varlıklı insanlarını yaratan kent, şimdi eski Adana-yeni Adana çatışma ve kriminal mahallelerini gözler önüne seriyor. “Adana aradadır” ama bu kez Adana’nın kimliği üzerinden ve hem zengin hem de suçlu bir geçmişe sahip olarak aktarılır. Ayrıca alışılagelmiş Adana’nın da anlatıya bir yerellik katması bekleniyor. Son zamanlarda popüler bir şehir. Yeşilçam’ın altın yıllarında Adana adını sıkça duyduğumuzu, Adana adıyla komedi filmlerinin yapıldığını hatırlatalım.
SOPRANOS VEYA GENİŞ AİLE İLE İLİŞKİLER, EKSTRA BÜYÜK AİLE
Aslan’ın Tony Soprano’yu, Devin’in ise psikiyatr Jennifer Melfi’yi canlandırdığı açık ama uyarlama ya da ilhamdan çok bir “yerelleştirme çabası”ndan bahsedebiliriz. Hikaye olabildiğince memleketimizin sosyolojik gerçeklerine ve olaya göre ehlileştiriliyor. Ana karakterle başlayalım. Aslan, Tony’nin aksine daha gençtir. ‘The Sopranos’un ilk sezonlarına baksak bile orta yaşına doğru ilerlemiş, göbeği olan, mangal partilerini seven, aile babası profiline sahip bir Tony de vardı. ‘Aile’de Aslan evli değildir ve bu noktada Devin’i gelin adayı olarak getirir ve kısa sürede evlenmeye karar verirler. Devin’den de teklif geliyor! ‘The Sopranos’ta Tony ile terapi gören Jennifer hiçbir zaman sevgili olmadı. Haklı olarak birbirlerinden etkilenmişler, Jennifer Tony’nin işi ve kimliği tarafından mağdur edilmiş, saklanmak zorunda kalmış ancak bu çekime rağmen av avcısı rollerine rağmen asla sevgili olamamışlardır. Bizim yapımlarımız başrolü gerçek bir karaktere vermiyor. Tony gerçek bir karakterdi, ayakları yere basıyordu; Trajedinin yanı sıra kaprisli ve uçucu kurnazlığın yorucu yanını temsil eden sert olduğu kadar komikti. Aslan, kelimenin tam anlamıyla bir aslandır. Ormanın hakimi, avına kıstırılmış, iş ilişkilerinde köşeye sıkıştırılmış… Komedi tadında bir dizide Şafak Sezer’in canlandırdığı Tony Soprano, bu sefer insani yönlerinden soyutlanarak ideal televizyon kişiliğimize uygun hale getirildi. ve karizmanın adresi gösterilmiştir. Tony Soprano ise karizmasını yakışıklılığından çok insani yönünden almıştır. Kısacası, Soprano ne maddi ne de manevi olarak idealleştirilmemiştir. Ahlaki ilkelerinin, kişiliğinin ve işinin bir karışımıydı. Gücü ve kararlılığıyla bir aslandı ama her aslan gibi sendeliyordu. Aslan Soykan’ı pek göremedik ama şimdiden daha “dik” bir karakter çizeceğini söyleyebiliriz.
‘Aile’yi ‘Sopranos’tan ayıran temel sorun, aile kavramına yaklaşımıdır. Amerikan draması, ailenin verdiği zararı, tüm bağlantılardaki davranış ve yaklaşımlarını ön plana çıkarır, daha doğrusu çevreyle bütün bir bağ kurma kültürünü birbirine bağlar ama Sopranos daha çok mafya ailesini ve kökleri Türklere dayanan bir kabile anlayışını ifade eder. Güney italya. Kasıtlı aile çıkarlarına dayalı ve sistematik olarak şiddete başvuran yasa dışı bir örgütlenme biçimiydi. ‘Aile’ dizisindeki aile, fay ailesine bir nevi Anadolu yorumu getirir ve geniş aile ve klasik bağlar üzerinden ağan konaklı anlatılarda sıklıkla karşılaşabileceğimiz tanıdık bir mekana konumlanır. Bize özgü gerginlikle çok travmatik bir aile ilişkisi ile ağ kullanımını gölgede bırakıyor. Ailenin “coğrafya kaderdir” yorumundan ilham alan Aile ve sadece Aslan’ın orman gibi geniş ailesi değil, Devin’in “sorunlu ve teşhisli” ailesi de dizinin baskın duygusunu bu alana atfediyor. Aslında her fırsatta aileden bahsetmek, rahatsızlıklara ruhsat vermek de bu yükün bir sonucudur. Aile telaffuzunun sık kullanılması, dizinin her dakikasını bir terapi seansına dönüştürürken, muhtemelen yapımcıya zafer kazandıracak adımları geciktirdiği ortaya çıktı. Tatlıtuğ ve Sarıkaya ilişkisine fazla giremeyiz.
Anlatıda ailenin yüküyle devam edelim. “The Sopranos” da, istismarcı anne Tony tarafından kovalanıyordu. Zor şartlar altında yaptığı kötülüğü yapmaya çalışan kadın vahşi doğaya atıldı! ‘Aile’de köşede oturuyor. İlerleyen bölümlerde ayrılık olur mu, evleri ayırır mı bilinmez ama yerli dizide bu manşetin değişmeyeceğini söyleyebiliriz. Hatta ikinci bölümde hanımın havayı pompayla sıkarak küçük kızının havuz partisini bozması da bu çatışmanın asla bitmeyeceğini ve kendi entrikalarımız ve sempatik şiddet gösterilerimizle derinleşeceğini gösteriyor.
Dizinin annesi Hülya Soykan’ın (Nur Sürer) evde varlığı, her perdeye, her oturuşa düşen gölgesi ve beş yıl önce pompalı tüfekle yaşamına son veren babanın yerini doldurma mücadelesi , mafya ilişkileri yerine aile içi çatışmaların öne çıkarılacağını gösterin.
MAHALLEDEKİ AİLEDEN KÖŞKTEKİ AİLEYE KADAR GENİŞ DEĞİL GENİŞ!
Senaristler, acilen psikolog atanan ‘Aile’ dizisinde aile danışmanlığı hizmeti vermek istiyor. Aile özdeyişlerinin her bir parçası, kökenlere inmek ve büyük cevherler bulmak doğaldır. Peki, aileye olan bu ilginin sebebi nedir? Daha önce aile yine misafirimizdi. Her akşam televizyon kanalları aile dizileri yayınlıyor. 80’li yılların ikinci yarısında başlayan Bizimkiler, ilk döneminde bir apartman dizisi değil, daha çok aile ve hanedan dizisiydi. 90’lar, ailenin yükselişini yansıtıyordu. Geniş aileyi ‘Süper Baba’da izledik, ‘Dikkatsiz’de daha iri(!) rastladık. 2000’li yıllar yine aile ile geldi, ‘Ekmek Teknesi’ mahalleyi aile ile birleştirdi ama bir ara oldu ve aile mahallenin merkezi olmaktan çıkıp Ağalı Paşa anlatılarına kaydı. Şehirde mafya, taşrada feodal bey aileleri reisliği yapmaya başladı. Anadolu aksanlı büyük aile dramalarının temellerini ‘Asmalı Konak’lar attı. Öncesi vardı tabi ama ‘Asmalı Konak’ geldikten sonra çorapların yırtıldığını söylemek yerinde olur. ‘Geniş Aile’ ve ‘Leyla ile Mecnun’ gibi örnekleri hariç tutarsak, aile genişliğini, şenliğini, ruhunu yitirmiş, anlamını aşındırmıştır. Samimiyetini kaybederken dayanışmanın değil, güç çatışmasının adresi olmaya başladı. Küçük sıkıntılar yerini egemenlik kaygısına bıraktı. Aldatma-aldatma bile kabuk değiştirmiş, pişmanlık duygusu ortadan kalkarken karşı tarafı yaralama kastı ön plana çıkmıştır. Televizyon dünyasındaki dönüşüme paralel olarak “büyük aile” geldi. Diziler, bir ayağı banliyöde, diğer ayağı lüks komplekste olan yalı ya da köşk gibi klasik ve görkemli yapılarda örülmüştür. Bu geniş aileler, büyük sofralarda otoriteyi değil, gösterişçiliği vurguluyordu. Yetki ise ailenin temsilinde eşit olarak dağıtılmış ve bir sınıf ayrıcalığı olarak tüm üyelere verilmiştir. Böylece saygı, sevgi gibi kavramlar semtin adı bile olamadan tedavülden kalkmıştır. Ailenin büyük-çekirdek ayrımı yapılmaksızın ortadan kalkması, akrabalık ve komşuluk çıkarlarının bir kenara bırakılması, mahallenin ve şehrin varlığını kararttı. Bu sofrada büyük ailenin sofrası ön plana çıkmıştır. Uydurulmuş kurallar, yüzeysel zıtlıklar, bol bakışlı kolay gerilimler ve bir aile hayaleti… Kardeşler şirinliklerini kaybederken, iş rekabeti hakimdi. Babanın bilinmediği, şeytanla iş birliği yapılan bir rekabet… ‘Bizimki’ de bir şirket dizisiydi ve rekabet bariz hissediliyordu ama insani boyutlarıyla… Şevket bir BMW alıyordu. , Şükrü ona öykünüyordu. Kıskançlık ve tatlı tartışmalar başladı. Bu geniş ailede amaçlar belliydi. Büyük masaların geniş ailelerinde büyüme artık devre dışı bırakıldığı için ne kastedildiği anlaşılamıyor. Ne kadar büyüyecekler?
Televizyon anlatılarında ailenin yok olmasını isteyen terapi seanslarına tanık olmaya başladık. Derine inmenin, çocukluğa gitmenin, bugünün şımarıklığını geçmişin yaralarıyla anlatmanın kuru bir gösterişle dayatıldığı bu dizilerde aile, kurumsal (birleştirici) ve manevi (bağlayıcı) kimliğiyle anılır. Ama gelecek gibi görünmüyordu! Dizinin adına baba ya da aile demek ya da karakterlere kaldıramayacakları bir yük vererek sonuna “-s, -s” ekleyerek onlara ne “zade” ne “demek yetmez. kan”, eril sofralar kurmak; Öte yandan, alışılageldiği gibi uzun saçlı ve bol entrikalı bir kadın çizmek de yeterli değil. Bunlar yapılırken aile akla gelmiyor. Bu yeni ailenin de bir geleceği yok. Bir terapi ya da seans düzenleseler ne fayda!
GÜVEN-TESLİMAT, KONFOR-SPOR ÇATIŞMASI EKSENİNDE BATI GERİLİMİ
‘Aile’ dizisinin örgüsüne ve oyunculuğuna da değinmekte fayda var. Dizi ‘The Sopranos’tan harfi harfine uyarlanmamıştı ama başlangıç noktaları emsal olsaydı daha dengeli olabilirdi. ‘The Sopranos’ta Tony evinin bahçesinde yere yığıldığında tepeden tırnağa kontrol altına alınmış ancak herhangi bir fiziksel sorunu olmadığı anlaşılmıştı. Bunun üzerine terapiye başlayan “baba”, bunun yumuşaklık olduğunu ve uygun olmayacağını öne sürerek terapiye gittiğini gizledi. Kurulan denklem fikir vermesi açısından mükemmeldi. Tony’nin kaygılarını, suç ailesi ve çekirdek aile içindeki konumunu ve güçlü durma takıntısını aktaran bu olaylar dizisi, dizinin sağlam hikayesine sağlam bir giriş niteliğindeydi. Aile dizisinde mülayim bir açılış var. Aslan, uçakta Devin ile tanışır. Düzgün başlamasalar da Eros devreye girer ve çok geçmeden birbirlerine kanları dolar. Aslan, Devin’e yardım eder. Devin’i çok dramatik bir şekilde tanıyoruz. Kavgaya karışan ablası hastaneye kaldırıldı. Bir dahaki sefere intihar etmeye çalışır. Böylesine çarpıcı bir olayı yaşamak bizim için eşsiz olmalı. Daha basit, daha sorunsuz veremez miyiz? Büyük girişe girildiğinde ve her şey bocalandığında hızlı bir şekilde alınacağı düşünülür ancak bu durum hamlık olarak geri döner.
Dizi başlıklara/alt bölümlere ayırarak anlatımı uygun hale getirmiş ama burada da başlıkların çok fazla kapsanmadığını ve lalettaların bölümlere ayrıldığını görüyoruz. Bunun ötesinde, özellikle konu aile temalı bir dizi ise, televizyon dünyamıza özgü Batılılık gerilimi daha da hissedilir. İki örnek vereceğim. Alışılmadık seküler karakterler Batılı uyarlamalarda ya da Batılı bir manzara kastedildiğinde abartılır ve bu abartı sadece giyim kuşam ve davranışla sınırlı kalmayıp hikâyedeki kırılma hareketlerine de yansır. Devin’in Aslan’ın yanında bu kadar rahat hissetmesi normal mi? Çekti onu, diyelim ki bir gecelik bir kaçamağa değdi (o gece hastaneye kadar eşlik edildi), kadının arabada uyuyakalması hayatın olağan akışına uymuyor. adam bilmiyor. Ruhsal analizlere kapı aralayan terapötik ilgileri masal tesadüflerinden toplamak, yaraları ve travmaları tedavi etmek bize özgü olsa gerek! Birbirlerine kapılan ve içine kapanan çift bu ilk çatışmadan itibaren ilişkilerini sürdürürse durum anlaşılır ama olaylar kadının teslim olması ekseninde gelişir. Devin’in Aslan’ın ininde rahat uyuyor olması, Aslan’a sezgileri doğrultusunda güvendiğini göstermez ve “ilişkilerinin doğal terapi şeklinde ilerleyeceği” sözüyle çelişir. Aslan bu terapide avantajlı taraftır. Kendisine güvenilerek sorumluluk kendisine emanet edilse de kendi evinde ve servetinde oynamanın avantajını sonuna kadar kullanacaktır. Bir nevi Devin’in sorunlu ağabeyi, güçlü babası ve sevimli annesi Aslan’ın etrafında dönen yeni oyuncaklar. Onları oyuncak yapan şey, Devin’in muhtemelen yorgun olduğu ve muhtemelen bir an için gerginliğini unuttuğu için daldığı uykudur.
Bir diğer zıt, uç nokta ise yukarıda bahsettiğim sahne. Evin annesinin verdiği havuz partisi Türk dizilerine bile çok geliyor… Partide rastgele bir rahatsızlık yok. Çapkın amcanın genç hanımlara asılması dışında, geleneğe aykırı bir şey yok, ancak genel çerçeve, izole bir çiftlik evinde böyle bir toplantıyı tüm çağrışımlara açıyor. Bu, bir nevi yoldan çıkmayla başlayan, kontrolden çıkmayla devam eden ve evin büyüğünün beladan kurtulmasıyla son bulan bir delilik halidir. Medcezir gibi dizilerde ya da yaz dizilerinde bu havuzları çok gördük ama kapanmadı. Kapalı havuz, yani dışarıda Celsius cinsinden sıcaklık tek hanelerdeyken buharın tüttüğü bir havuz, lüksün ötesinde bir konfor göstergesi ve Batı’nın değerlerini çağrıştırıyor. Evin anasını bu “artış” karşısında pompayla havayı püskürtmeye iten motivasyon; Gösterişin kabul edilip bir ölçüde paylaşıldığı ama rahatlığın hiçe sayıldığı Oryantalizm olabilir. Havuzdaki partiden ziyade can sıkıcı olan kapalı havuzun kendisi olabilir! Kapalı havuz, villa şehirlerde yaşayıp kombisini kesenlerin, Ferrari’sine tüp taktıranların, “varlıkta tükenme” kültürünü her koşulda yaşayanların dayanamayacağı bir konfora tekabül ediyor. Bu parti sözde dizinin Batılı çizgilerini vurgulamak için düzenlenmişti.
HER ROLÜ ŞÖHRETE GETİRMEK YETERLİ Mİ?
‘Aile’ oyuncu takımı zengindir. Yardımcı rollerde bile uzun zamandır adını duyduğumuz isimlerle karşılaşıyoruz. Aileler büyüdükçe prodüksiyonlar da büyüdü! Risk alınmaz. “Çok takipçisi” olan oyuncular her yere dağılmış durumda. Doğal olarak burada takipçi derken sosyal medya takipçilerini kastetmiyoruz elbette alay olsun diye söylemiyoruz. Sorun şu ki, büyük yapımlar artık her rolü ünlü oyunculara dağıtıyor. Üstelik bu tercih işin başarısının garantisi de değildir. “Pul öderim, reytingi ben toplarım” hesabı her zaman çalışmıyor, çalışmıyor ama geniş setlere sahip birçok yapım onuncu bölümü görmedi. Bir oyuncu seçerken gerçekçilik ve uygunluk da aranmalıdır. Oyuncudan role değil, rolden oyuncuya gitmeli. Bizde ise rol ünlü oyunculara göre kurgulanıyor. Bu, oyuncuyla ilgili olarak rol yazma değildir. Sektörün duayenleri Yeşilçam’da böyle olduğunu söylüyor. “Bana bir Türkan filmi yaz” denilir, senaryo fabrikaları önlerine daktilo alır, devrilirdi. Bu kesinlikle mantıklı bir yaklaşımdır ve ticaret bunu gerektirir. Oyuncuya (yazılı) bir rol uydurmanın, bütün rollere bire bir oyuncu dağıtmanın ne riski var… Renk aramamak, oyun aramamak, hatta bunlarla yetinmek akıl işi değil. görüntü ve sese hiç bakmayın. Güvenilirliğini kaybeden bir oyuncu, yeterli bir benzetmeyi bile boşa çıkarabilir. Günümüzde her rol için aynı oyuncular hızla seçiliyor. Oyuncu havuzu çok dar. Oyuncuların geçimini sadece televizyon işlerinden sağlaması da buradaki zenginliği öldürüyor. Yüzü yıpratmamak için ekranda asla bir sorun olmuyor. Çevrimiçi ve televizyonun, hatta ekranın çok farklı araçlar olduğu konusunda bir yanılgı var. Farklılıklar doğrudur, ancak bugün az çok izleyiciye hitap ettikleri de doğrudur. Bir sinema salonu birkaç hafta sinemalarda kalarak online platforma geçebilir ya da online platformlarda televizyon dizisi benzeri yapımlar karşımıza çıkabilir. Çevrimiçi, herhangi bir anlatıyı yutabilecek devasa bir ağza sahip. Tüm bu araçlarda emsal hikayelerde hep birebir yüzler görmek sıkıcı.
Başrollere gelince Kıvanç Tatlıtuğ ve Serenay Sarıkaya’nın birbirlerine çok yakıştıkları inkar edilemez. Ancak hem Tatlıtuğ’un hem de Sarıkaya’nın oyunculuğunun canlandırdıkları karakterlerin medeni halleriyle alakalı olduğunu da belirtelim! Mesela Tatlıtuğ, “Aşıklar Günü” dizisinde sadece tek bir rolde görülmesi ve işini sessiz ama yeterli bir şekilde yapması nedeniyle ilgi çekiciydi.
Nur Sürer ve Canan Ergüder de rollere çok yakışıyor. Maksimum verim elde edecekleri rollere alınırlar. Lasts, güçlü ve olgun bir kadın karakter için mükemmel bir seçimdir. Histe iniş çıkışları başarılı bir şekilde yansıtıyor. Ergüder, hava açısından sarhoş hanımefendi rollerine kaymaya başladı. Bu rolde iyi bir iş çıkardığını söylemeliyiz.
**
‘Aile’, karakterleri ve bazı çatışmaları ‘The Sopranos’tan alınmış, tipik televizyon entrikalarıyla süslenmiş yerel bir yapım. Yeni bir söz söylemekten uzak, günün ihtiyaçlarını karşılayan, trendleri takip eden ancak ekranlarda ailenin dönüşümüne dair fikir vermesi açısından emsal teşkil edebilecek bir dizi. Son yirmi yılda nasıl geniş aileler büyük aile haline geldiyse, orta sınıf çekirdek ailenin kahvaltı sofralarında çözülen küçük sorunların, kavgaların kara para aklamaya dönüştüğü günümüz dizileri de dünyada ve dünyada otorite kuruyor. koca sofra, eşi suçlayıcı bir çerçeve içinde sevmek uzun zamandır söz konusu değil. Tespih kristal kadehin yanında kıvrılır. Bazen nargileden nefes alınır, bazen purodan. Bu nedenle ‘Aile’ yeni değil, ne ilk ne de son. Bu rakun da burada kalsın!